2 Ocak 2014 Perşembe

Sırça Fanus: Deli kızın şarkısı hâlâ çalıyor

Elif Tanrıyar
Milliyet Kitap Eki Aralık.2013 




Sylvia Plath'ın 50 yıl önce yazdığı "Sırça Fanus", yoğun otobiyografik özellikler taşıyan ve çoğu zaman yalnızca isimlerin değiştirilmesiyle yetinilip, gerçek hayattaki hemen tüm gerçek karakterlerin ve olayların yansıtıldığı bir roman
1963 yılının Şubat ayı, tarihe yaşanan en soğuk kışlardan biri olarak kaydedilmişti. Su borularının dahi donduğu o kış, bugün yalnızca rekor soğukluğuyla değil, şiir sevdalılarının kalbine buzdan bir bıçak gibi saklanan bir intiharla da anılıyor. 
11 Şubat 1963, pazartesi sabahı Sylvia Plath, odalarında uyumakta olan henüz bebek yaşlarındaki iki çocuğunun başucuna bir tabak kurabiye ve süt bırakıp, odalarının kapısının altını içeri gaz sızmasını önlemek için sıkıca bantlayıp, bir de battaniyeyle destekledikten sonra birkaç uyku hapı yutup ardından kafasını fırına sokup gazı açar. Henüz 30 yaşındadır. Geride iki küçük çocuk, yeni bitirilmiş bir evlilik, henüz yayımlanalı bir ay olmuş bir roman, çok sayıda şiir ve yeni oluşmaya başlamış hayranlar bırakacaktır. 
Kara mizah özellikleri
Öldüğünde basılalı henüz bir ay olmuş romanının adı "Sırça Fanus"tur. İçinde bulunduğumuz senede bir yandan Plath’ı ölümünün ellinci yılında anarken, "Sırça Fanus"un da 50. yaşını kutluyoruz. Ve bir sevindirici haber olarak Kırmızı Kedi Yayınevi’nin Plath’ın eserlerini yayımlamayı "Sırça Fanus"un ardından sürdüreceğini öğrendik. Yeni bir çeviriyle Plath'ın "Günceler"i, ardından şiirleri, "Johnny Panic" ve "Düşlerin Kutsal Kitabı" ile üç öykülük bir de çocuk kitabı gelecek.
"Sırça Fanus", Plath’ın güncelerinde dahi çok fazla söz etmediği yıllarına dair ipuçları içeriyor. Yoğun otobiyografik özellikler taşıyan ve çoğu zaman yalnızca isimlerin değiştirilmesiyle yetinilip, gerçek hayattaki hemen tüm gerçek karakterlerin ve olayların yansıtıldığı bu roman; Plath’ın kolejdeki ilk yılları, New York’taki bir kadın dergisinde staj yaptığı bir yaz ve ardından içine düştüğü derin depresyon ve nihayetinde kapatıldığı ruh hastalıkları kliniğindeki deneyimlerine dair son derece sarsıcı bir öyküyü anlatıyor. Zaman zaman trajikomik, zaman zaman kalp paralayıcı olan ama keskin bir zekayı ve sıra dışı bir gözlem gücünü yansıtan bu roman, aynı zamanda diliyle de kara mizah özellikleri taşıyor. 
Plath’a özellikle de bir kadın okur olarak kayıtsız kalmak neredeyse imkansız. "Sırça Fanus"u okuyup, yaşamını merak etmemek de olanak dışı! 1933 yılının 27 Ekim’inde Boston’da doğan Plath’ın, belki de tüm yaşamını daha en baştan sakatlayan, tıpkı çizik bir plak gibi hayatı boyunca hem ölümden ve erkeklerden dehşetli korkup hem de ikisine de delice bir tutkuyla bağımlı kılan olay ise o henüz dokuz yaşındayken babasının beklenmedik ölümü oluyor. Bunun ardından Tanrı’yla konuşmaktan vazgeçtiğini söyleyen Plath, tuhaf bir şekilde öldüğü için babasına karşı da bir tür nefret duyuyor hayatı boyunca. Tıpkı seveceği tüm erkeklere aynı anda aşk ve nefret duyacağı gibi... Daha sonra en ünlü şiirlerinden biri haline gelecek olan "Daddy" şiirinde de ona şöyle sesleniyor: “Babişko, seni öldürmek zorundaydım/ Sen kendin öldün, ben zaman bulamadım.”
Feminist edebiyatın ilklerinden
İlk gençlik yıllarını annesi ve erkek kardeşiyle geçiren Plath, okul yılları boyunca hep iftihar listesine giren ve bu sayede birbiri ardına burslar kapan bir öğrenci oluyor. Erkeklerle ise psikolojik olarak zaman zaman karmaşık ve zorlayıcı da olsa ilişkiler kuruyor. Onun belki de asıl yaşam trajedisini ise dahilerle yarışan IQ’su, baş edemediği zekasının özellikle de genç bir kız olarak içinde yaşadığı zamanın değerlerinin hiç farkında olmadan onu boğmaya başlaması oluşturuyor. Henüz dokuz yaşında ilk şiirini yazmasını sağlayan hassas duyarlılığı ve gökyüzünde patlayan ani fişekleri anımsatan parlak zekası, ne yazık ki onun hep sıradan hayata ve insanlara karşı uyumsuz hissetmesine de neden oluyor. 
İşte "Sırça Fanus", onun tam da bu en hassas zamanlarına, erişkinliğe henüz adım atmış olsa da hâlâ ergenlik öfkesiyle de yanan bir genç kız olduğu dönemlere dair bir hikaye anlatıyor. Romanın birebir kendisini yansıtan genç kadın kahramanı Esther Greenwood, kazandığı bir yarışma sonrası New York’taki bir kadın dergisinde yaz boyunca staj yapmaya gelir. Buradaki hayat dönemin diğer genç kadınları için gerçek bir rüyadır. Dergide yarı zamanlı çalışmalarının karşılığında moda defilelerinden pahalı kıyafet ve makyaj malzemesi hediyelerine, lüks yemeklerden New York’un ışıltılı gece hayatına dek pek çok imkan sunulmaktadır onlara. Esther ise kendini hep bir tür dış gözlemci pozisyonunda bulur. Erkeklerle yaşadığı önemsiz ancak iz bırakan başarısız denemeler de onun bu ruh halini olumsuz yönde etkiler. Birkaç yıl önce ümitsizce âşık olduğu bir genç olan Buddy ile beklenmedik bir şekilde yakınlaşmışlar ve artık herkes onların evlenmesini bekler olmuştur. Geleceğin parlak doktoru Buddy verem olup bir sanatoryuma yatmak zorunda kalsa da her geçen gün iyileşmekle kalmayıp, ona evlenme teklifinde de bulunmuştur. Ama Esther farklıdır işte! O diğer genç kızlar gibi hayatta bir erkeğin eşi olup ev içine tıkılmak ya da bir kadın için yegane iş olarak görülen bir stenograf olmak yerine, ne olduğunu bilemese de, farklı şeyler ummaktadır hayattan. New York’tan eve dönüş ise onun için büyük bir yıkımın başlangıcı olacaktır. Tek kurtuluş ümidi olan yazarlık kursundan red cevabı almıştır. O da giderek büyük bir depresyonun içinde kaybolmaya başlar. Yarına karşı duyduğu ümitsizlik defalarca intihara teşebbüs etmesine yol açar. Ve son teşebbüsünün ardından önce bir akıl hastanesine, daha sonra da özel bir kliniğe yatırılır. Orada kendisiyle ilgilenen bir kadın doktor sayesinde yeniden dengesini bulmaya başlayacaktır.
"Sırça Fanus", görüldüğü gibi dönemin şartları nedeniyle sahip olduğu tüm yeteneğe rağmen ve aslında o yetenekleri nedeniyle toplumun beklentilerine karşı geliştirdiği uyumsuzluklar sonucu akıl sağlığını yitiren bir genç kadının sarsıcı hikayesini anlatıyor. Bu yönüyle de feminist edebiyatın ilk örneklerinden biri sayılıyor.
Sylvia Plath’ın, şiir sevdalılarının dillerinden düşmeyen pek çok ünlü şiiri de var. Ancak içlerinden belki de en ünlüsü "Deli Kızın Aşk Şarkısı" adını taşıyor. Şiirin ilk dizelerinde şöyle diyor şair: “Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi / Açarım gözkapaklarımı ve doğar her şey yeniden / (Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)” 
İşte neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısa bir ömre sığdırılan ve iyi ki ‘kafasından uydurmuş’ dedirten onlarca şiir, roman, hikaye ve günce sayesinde; o ‘deli’ kızın şarkısı bugün de hâlâ çalınmayı sürdürüyor. 

0 yorum :

Yorum Gönder